Yüzde 20 Görme Ne Demek? – Tarihin Derinliklerinden Günümüz Toplumuna Bir Bakış
Bir tarihçi olarak geçmişin tozlu raflarında dolaşırken, insanlığın görme biçimlerinin sadece biyolojik değil, aynı zamanda kültürel, politik ve toplumsal anlamlar taşıdığını fark ederim. Bugün “yüzde 20 görme” dediğimizde, tıbbi bir tanımlamadan çok daha fazlasını konuşuruz. Bu oran, hem bedensel bir sınırı hem de toplumun “normal” kavramına yüklediği anlamları temsil eder. Peki, tarih boyunca görme engellilik nasıl algılandı? Ve neden bu mesele, insanlık tarihinin kırılma noktalarıyla bu kadar yakından ilişkilidir?
Antik Dönemlerde Görme: Kutsallığın ve Kehanetin Gözleri
Antik uygarlıklarda görme engelli bireyler çoğu zaman “tanrısal bilgilere sahip” kişiler olarak görülürdü. Homeros’un “görmeyen ozanı” ya da Antik Yunan’daki kahin figürleri, görmenin sadece gözle değil, sezgiyle de mümkün olduğunu hatırlatır. “Yüzde 20 görme” gibi modern tıbbi kavramlar o dönemlerde yoktu; ama “görmeyen” biri, toplumun manevi dünyasında çoğu zaman “öngören” olarak kabul edilirdi.
Bir soru sormak gerekir: Belki de modern toplum, görme oranlarını ölçerken sezgiyle görme yeteneğini mi kaybetti?
Orta Çağ ve Engelliliğin Dönüşümü: Günah, Kader ve Merhamet
Orta Çağ’a gelindiğinde bu durum keskin biçimde değişti. Görme engellilik, günahın bir sonucu veya “ilahi bir sınav” olarak görülmeye başlandı. Dönemin dini ideolojileri, bireyin bedenini Tanrı’nın iradesiyle açıklıyor, dolayısıyla bedensel eksiklik toplumsal dışlanmayı meşrulaştırıyordu. Bugün “yüzde 20 görme” tanımıyla tıbben ölçtüğümüz şey, o dönemde ahlaki bir ölçütle değerlendiriliyordu.
Merhamet, Orta Çağ’da güçlü bir ahlaki refleks olarak ortaya çıktı ama aynı zamanda iktidarın yumuşak yüzüydü. Engellilere yönelik “yardım” politikaları, onları eşit yurttaşlar haline getirmek yerine, toplumun kenarına sabitleyen bir düzeni pekiştiriyordu. Bu dönemde “görme” artık bilgi değil, itaatti.
Sanayi Devrimi ve Modernleşme: Üretim, Verim ve Görmenin Ölçülmesi
18. ve 19. yüzyıllarda Sanayi Devrimi insan bedenini üretim aracına dönüştürdü. “Yüzde 20 görme” ifadesi, tam da bu dönemde tıbbi terminolojiyle ölçülebilir bir değere kavuştu. Verimlilik ideolojisi insan bedenini bir makineye dönüştürürken, “eksik” veya “yavaş” çalışan her şey, sistemin dışına itilmeye başlandı.
Engellilik kavramı bu dönemde tıbbileşti. Devletler, askeri düzenler ve eğitim kurumları bedenleri sınıflandırmaya, ölçmeye ve kontrol etmeye yöneldi. “Yüzde 20 görme” artık sadece bir göz doktorunun raporu değil, bireyin toplumsal konumunu belirleyen bir etiket haline geldi.
Peki, bu ölçüm kimin yararına? Toplum, engelliliği ölçerek mi eşitliği sağladı, yoksa farklılıkları daha görünür mü kıldı?
Modern Toplumlarda Görmenin Siyaseti
Bugün “yüzde 20 görme” ifadesi, tıbbi olarak bireyin görme kapasitesinin beşte biri kadar görme yeteneğine sahip olduğu anlamına gelir. Ancak bu tanımın toplumsal izdüşümü, hâlâ iktidar ve eşitlik arasındaki gerilimde şekillenir. Modern kentler, dijitalleşen dünyalar, akıllı cihazlar… Hepsi “görmeye dayalı” sistemler üretirken, görme yetisini sınırlı yaşayan bireyler için yeni bir dışlanma biçimi yaratır.
Yüzde 20 görme, aslında toplumun yüzde 100 görme takıntısına bir ayna tutar. Çünkü modern ideoloji, her şeyi görünür kılmak ister: başarıyı, güzelliği, verimliliği. Oysa insanlık tarihi bize, her şeyin görülmediği, ama derinlemesine hissedildiği dönemlerin çok daha anlamlı olduğunu gösterir.
Bir Başka Soru:
Gerçekten gören kimdir — gözüyle bakan mı, yoksa kalbiyle anlayan mı?
Sonuç: Görmenin Tarihsel ve Toplumsal Yüzü
“Yüzde 20 görme” yalnızca bir tıbbi veri değil, insanlığın görme biçimlerinin tarihsel izdüşümüdür. Antik dönemin sezgisel görüsü, Orta Çağ’ın kaderci bakışı, Sanayi Devrimi’nin ölçüm takıntısı ve modern çağın dijital gözü… Hepsi, “görmenin” bir iktidar biçimi olduğunu kanıtlar.
Bugün önemli olan, kimin ne kadar gördüğü değil, toplumun neyi görmek istediğidir. Çünkü tarihin en büyük körlüğü, bazen gözde değil, zihindedir.
Peki biz, yüzde 100 görebilen insanlar olarak, gerçekten ne kadar farkındayız?