Göbeklitepe Hangi Uygarlığa Ait? İnsanlığın Başlangıcına Felsefi Bir Yolculuk
Bir filozof için tarih, yalnızca geçmişin kayıtları değil; insanın varoluşuna dair en derin soruların yankılandığı bir alandır. “Biz kimdik, neye inandık, neden yaptık?” gibi sorular, yalnızca arkeologların değil, düşünürlerin de zihnini meşgul eder. Göbeklitepe tam da bu soruların kesiştiği bir noktadır. O, yalnızca taşlardan oluşan bir tapınak değil; insanın kendini anlamaya başladığı ilk felsefi mekândır.
Peki, Göbeklitepe hangi uygarlığa aittir? Bu soru, basit bir tarihsel sorgudan çok, varoluşun kökenine dair bir bilmecedir. Çünkü Göbeklitepe’nin inşasında yer alan insanlar, henüz bir “uygarlık” kurmamışlardı — ama uygarlığın ne olacağını şekillendirecek ilk taşları onlar koydu.
Etik Perspektiften: İnsan, İnşa Eden Bir Varlık Olarak
Etik felsefe, insanın eylemlerine anlam kazandırma çabasıdır. Göbeklitepe’yi inşa edenler, doğayla iç içe yaşayan avcı-toplayıcılardı. Henüz tarım yoktu, yazı yoktu, şehir yoktu. Buna rağmen, bu insanlar devasa taş sütunlar yontarak, onları dairesel diziler halinde yerleştirdiler.
Etik açıdan bakıldığında bu davranış, çıkar odaklı değil, anlam odaklı bir eylemdi. Göbeklitepe, insanın “niçin yaşadığını” sorgulamaya başladığı ilk etik manifestodur. Belki de o insanlar, yaşamın yalnızca biyolojik bir döngü olmadığını; birlikte inşa etmenin, inanmanın ve adak sunmanın ahlaki bir boyutu olduğunu sezinlemişlerdi.
Bu nedenle, Göbeklitepe bir uygarlığa değil, insanın etik bilincine aittir. O taşlar, bir toplumun yasalarını değil; insanın içsel sorumluluğunu temsil eder.
Epistemolojik Açıdan: Bilginin Doğuşu
Epistemoloji, bilginin kaynağını sorgular. Göbeklitepe, bilginin yalnızca deneyimle değil, sezgiyle de üretilebildiğini kanıtlar niteliktedir. Çünkü bu yapılar, teknik beceri, matematiksel düşünme ve sembolik anlamlandırma gerektirir.
Göbeklitepe insanı, evreni anlamaya çalışırken bilginin ilk biçimlerini yaratmıştır. Taşlara oyulan hayvan figürleri — aslan, yılan, akbaba — doğrudan doğanın gözlemlenmesiyle ilişkilidir. Ancak burada bilgi, yalnızca betimleyici değildir; simgeseldir. Her figür, doğayla insan arasındaki anlam köprüsünü temsil eder.
Epistemolojik olarak Göbeklitepe, bilginin dış dünyadan değil, insanın iç dünyasından da doğabileceğini gösterir. Bu da bizi şu soruya götürür: “Bilmek, yalnızca görmek midir; yoksa inanmak da bir bilme biçimi olabilir mi?”
Ontolojik Boyut: Var Olmak ve Kutsalın İnşası
Ontoloji, “varlığın ne olduğu” sorusuyla ilgilenir. Göbeklitepe’deki taşlar, yalnızca fiziksel varlıklar değildir; insanın varlıkla kurduğu ilişkinin sembolleridir. Bu tapınaklar, insanın kendi varlığını kutsalla ilişkilendirdiği ilk alanlardan biridir.
Göbeklitepe hangi uygarlığa ait? sorusuna ontolojik açıdan şöyle yanıt verebiliriz: O, “uygarlık öncesi uygarlığın” eseridir. Yani insanın ilk kez “ben buradayım” dediği andır. Varlık bilincinin taşa kazındığı bir dönemdir.
Burada yapılan şey, doğayı denetlemek değil, onunla anlamlı bir ilişki kurmaktır. Her taş sütun, insanın evrenle konuşma biçimidir. Göbeklitepe, insanın Tanrı’yla ilk diyaloğudur. Henüz din yokken, inanç vardı; henüz düzen yokken, anlam arayışı vardı.
Uygarlık Tanımını Yeniden Düşünmek
Modern tarih yazımı genellikle “uygarlığı” tarım, yazı ve şehirleşme ile tanımlar. Ancak Göbeklitepe bu tanımı kökten sarsar. Çünkü buradaki insanlar henüz üretim toplumuna geçmemişlerdi, ama kolektif bir bilinçle organize olmuşlardı.
Bu durumda şu soruyu sormalıyız: Uygarlık, araçların gelişimi midir, yoksa anlam üretme kapasitesi mi? Eğer ikincisini kabul edersek, Göbeklitepe bir uygarlığın ürünü değil, uygarlığın doğumudur.
Belki de asıl uygarlık, insanın ilk kez “neden varız?” diye sormaya başladığı andır. Bu anlamda Göbeklitepe, Homo sapiens’in Homo symbolicus’a — yani “sembollerle düşünen insan”a — dönüşüm noktasıdır.
Modern Zihne Yansıması: Bugün Göbeklitepe Bize Ne Söylüyor?
Günümüz insanı için Göbeklitepe, bir turistik nokta değil; bir kendilik aynasıdır. Çünkü bizler hâlâ o taşların arasında yankılanan aynı sorularla yaşıyoruz:
Ne için yaşıyoruz?
İnanç mı bilgiden önce gelir, yoksa bilgi mi inancı doğurur?
Bir topluluk oluşturmak için ekonomik zorunluluk mu gerekir, yoksa ortak bir anlam yeterli midir?
Bu sorular, Göbeklitepe’nin 12.000 yıl öncesinden bugüne uzanan felsefi mirasıdır.
Sonuç: Göbeklitepe, İnsanlığın Kök Felsefesidir
Göbeklitepe hangi uygarlığa ait?
Cevap belki de hiçbirine… ve hepsine.
O, neolitik bir kültürün değil, insanlığın kendisinin eseri. Etik olarak sorumluluğumuzu, epistemolojik olarak bilgiyi, ontolojik olarak varlığı sorgulatan bir dönüm noktası.
Belki de Göbeklitepe, “uygarlık” kelimesinin bile ötesindedir. Çünkü orada ilk kez, insan taşla konuşmuş, taş da insana yanıt vermiştir.
Ve belki de hâlâ duymaya devam ediyoruz o yankıyı:
“Ben varım. Peki ya sen, neden varsın?”